Ana içeriğe atla

Bu oyunu seviyorum...




Son bir yıldır takip ediyorum tenisi. Yani ciddi anlamda. Öncesinde tabi ki maçlara denk gelir, ara ara bakardım ama daha çok oyuncuların fiziği ile ilgilenirdim :) Geçen yıl Rolland Garros ile başladı benim tenis sevdam. Evde can sıkıntısı ile ne yapsam diye düşünürken TV' de gördüğüm maçı izlemeye başladım. Ama izlemek derken gerçekten izlemek. Topa vuruşlarını, topun gidişini vs.Tenis hakkında hiç bir şey bilmememe rağmen inanılmaz eğlendim. Ve maç sonunda "Vay be, güzel spormuş bu " dedim. Yanlış hatırlamıyorsam Federer - Nadal maçıydı. Ne kadar doğru bir maçla başlamışım bilinçli izlemeye, sonradan anladım. Ve evet dünyanın 100 yıldır sevdiği, milyonlarca doların harcandığı, sporcularının adeta dünya yıldızı olduğu bu sporu ben yeni keşfettim :)

Hem çok güzel hem de inanılmaz zor bir spor olduğunu da izledikçe anladım. Bir kere kuralları, terimleri, işin püf noktalarını öğrendikçe zorluğunu daha da iyi anlıyorsunuz. Bu da haliyle zevkini de arttırıyor. Ve iddia ediyorum ki dünyanın en zor sporlarından biri belki de en zoru. Birincisi tek başınasınız. Bu sizi tek sorumlu yapıyor. Takım oyunu gibi başarısızlıkta teseli bulacağınız şekilde oran bölünmüyor. Tabi başarının zevki de fazlaca oluyor. İkincisi inanılmaz bir fizik gücü gerekiyor. Şu anda izlediğim "Avustralya Açık 2012 finali" ' nde Djokovic ve Nadal tam 4 saattir oynuyor. Ve Nadal bu seti alırsa (keşke alsa) maç bir saat daha uzayacak. Tam 4-5 saatlik efor demek bu. Buna sadece fiziksel değil beyin olarak da bir efor eklemeniz gerekiyor. Reflekslerin açık olması, topu takip, hızlıca uygulanan taktikler. vs. vs...gerçekten insan üstü bir performansı sergiliyor oyuncular. Set aralarında yedikleri muzlar, çikolatalar onlara helal olsun. :)



Ayrıca süreye bağlı bir spor değil. Yani 10 saat de sürebilir 1 saatte de bitebilir. Bu durum geriden gelene her zaman bir umut aşılarken, önde olanı sürekli temkinli olmaya itebiliyor. Seyirci de inanılmaz değişken olabiliyor maçlarda. Zevkli süreyi uzatmak adına önce geride olanı desteliyor, o öne geçince de bu kez geride kalanı destekliyor. Maçlarda hiç düşmeyen ama sürekli değişen bir atmosfer olabiliyor ve bu haliyle oyuncuları da etkiliyor. Üstelik mental direnciniz de bu anlamda çok önemli hale geliyor, çünkü vazgeçmezseniz her zaman kazanma şansınız olabiliyor.

Endüstri anlamında da inanılmaz hassas bir durum tenis. Kortlarda, filelerde en ufak bir sapma, hakemlerin ufak bir hatalı kararı, havanın sıcaklığı, zeminin boyalarının yeniliği eskiliği, oyuncunun raketinin tellerindeki gerginlik, uçuşan bir böcek, top toplayıcıların yanlış hamlesi, her şey ama her şey oyunu ve oyuncu psikolojisini bir anda değiştirebiliyor. İtiraz hakkının olması ve "Şahin Göz" teknolojisi ise oyunu daha adaletli bir hale getiriyor.

Oyuncuların etik olarak bir törpülenmişliği de var. Her oyuncu kibar ve rakibini yüceltebiliyor. Güzel bir sayı aleyhine olsa da alkışlayabiliyor. Tüm hırsını sadece topa ve rakete yansıtmayı başarabiliyor. Bir tür elitlik var bu sporda. İzleyiciler çıt çıkarmadan izliyor. Yani her sporda olan "racon" bu sporda çok sert sınırlara sahip.

Evet ilk bakışta topun sürekli bir taraftan diğer tarafa geçişinden ibaret. Ama detaylarını öğrendikçe, zorluğunu algıladıkça ve eğer bir spor severseniz, yani sıkılmadan ve hakkını vererek izlemeyi becerebiliyorsanız, bu spordan zevk almamanız imkansız. Ben kendi adıma keşfettiğimden beri en basit maçı bile büyük bir zevkle izliyorum. Çünkü her an inanılmaz bir sayıya " vayy beee" , "helal olsun" diyebiliyorum. Gerçekten bu oyunu çok seviyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sünger Bob ve Patrick... :)

Bir taş boyama daha tamamlandı. Hem zaman güzel geçti hem de minik bir kalp mutlu edildi (yani umarım...). :)))

Telgrafın Tellerine Kuşlar mı Konar ?

Üçüncü etamin işimi de bitirdim. Aslında örnek aldığım fotoğrafta bu kuşlar 4 tane idi ve kalp şeklinde kuyrukları vardı. Ancak hem benim kasnağıma sığmadığı, hem de fazla kalabalık durduğu için ben biraz değiştirdim. Ha bir de göbekleri beyazdı, ben kendi renklerinin açık tonlarını tercih ettim. Bu hali bence daha güzel oldu. Son bir adım kaldı. O da çerçeveletmek. Noel Babayı da henüz çerçeveletmedim. Çerçeveciyi ihya edeceğim bu gidişle. Puzzle, etamin derken bir sürü şeyi biriktirdim çerçeveletmek üzere.  Şimdiki projem bir doğum günü hediyesi :) Hadi bakalım. Bir işe başlamak, o işin yarısıdır derler...  Güm güm...   Göbekleri de doldurduk mu, tamamdır...  Favorim...

Sid' in İntikamı...

Nasıl ki Star Wars serisinin en dramatik ama en sevdiğim bölümü "Revenge of the Sith" ise, şimdiye kadar yaptığım en zor kanaviçe de bu oldu ( Cümleyi toparlayana bir yastık hediye edeceğim :)) ) . Kısaca anlatmak istiyorum hikayesini.... Her şey arkadaşıma doğum günü hediyesi projemle başladı. Ona bir şeyler işlemek istiyordum ama sevdiği bir şey olsun diye düşündüğümden ağzını aramaya başladım. Bir muhabbetin ortasında,  Ice Age' deki Sid' i çok sevdiğini öğrendim. Tamamdır dedim, Sid' i işleyeceğim. Oturdum bilgisayar başına Sid şablonu arıyorum. Kesin vardır diye de anlamsız bir özgüvenim var. Ama yok, yani istediğim gibi yok. Ya küçük ya da aradığım gibi değil.  Tabii ben ümitsizliğe kapıldım ve başka bir şey yapayım bari girişimlerine başladım ama aklım kaldı Sid'de. İçimdeki "yapabilseydim çok güzel olacaktı" sesleri baskın çıktı ve şablonunu kendim çıkarmaya karar verdim   Önce bir Sid fotoğrafı buldum. Sonra onu